Pazartesi, Kasım 22

Acıların Kadınıyız!

Biz acıya dayanıklı doğmuyoruz aslında, acıya dayanıklı oluyoruz. Ve bunu kendimize biz yapıyoruz.

Kaçımız zamanında karşılıksız aşkların peşinden anlamsızca koşturup harap olmadı, üstelik adı üstünde o aşklar karşılıksızdı hiç var olmadı! Ya da hangimiz başı sonu belli olmayan ilişkilerin içine kendini atmadan durabildi, başı belli olmayan şeyin sonunu kendine göre hayal edip gerçekleşmediğini görünce kahrolmadı? Birinden ayrılmayı doğru zaman ve doğru şekilde becerebilenimiz var mı? Hangi an olursa olsun beceremediğini hissedip, ‘yanlış zaman, yanlış insan’ şarkısını mırıldanarak boynu bükük dönemler geçirmeyenimiz oldu mu hiç?

Hangimiz bize zarar veren erkeği hiç düşünmeden sollayarak yoluna devam edebildi? Çoğumuz o erkeklerin arkasına takılıp peşlerinden sürüklenmedik mi? Ya da hangimizin zaman kaybı olduğunu bir kez bile düşünmediği ilişkileri oldu? Zaman kaybı dedik çünkü böylesi içimizi daha çok acıttı. Onu kaybetmenin telafisi her zaman bir başkasıyla mümkündü ama giden zamanı geri getiremezdik. Böylece bünyeye bir tutam daha acı eklemek için giden adama değil, giden zamana ah ettik daha da kötü hissettik.

Peki aldatılma sonrası boynuzlarını itinayla cilalayıp etrafa hiç bir şey yokmuşçasına gülücükler saçma oyununu oynamayanımız var mı, bu içi dışı bir olamama haliyle dengesi şaşıp, iflah olmaz intikam alma hissiyle yanıp yanıp tutuşmayanımız? Çünkü intikamı nefret ateşledi, ateşi de yine acımız körükledi.

Hiç mi bir daha asla yeminleri ettikten sonra onları bozup, bir de o sözleri söyleyen biz değilmişçesine hiçte bozuntuya vermeyip kendimizi ateşe atmadık? Ya da nasıl oldu da bile bile olur olmaz aşklara sürüklenip, sırf bu yüzden olur olmaz durumlarda kalıp acı içinde kurtulmaya çalışmaktan kendimizi alamadık?

Kaçımız başkalarının verdiği bilgece öğütleri kendi üzerinde itinayla uygulayabildi? ‘Dediklerimin arkasındayım ama yaptıklarımın hiçbir zaman arkasından olmadım ki’ misali kendi söküğümüzü dikemediğimiz milyonlarca an olmadı mı? Ve kendi kendimize sırf bu yüzden acıdığımız?

Aramızdan kim bir erkeği olduğu gibi kabul edebildi, değiştirmeye çalışmadı, bir erkeğin neyse o olacağının bilincindeyken bunu görmezden gelip kendini harap etmedi? Ya da hangimiz erkeklerden defalarca ağzı yanmışken, erkeksiz zamanlarına şükredip oturabildi sadece keyfine bakabildi, yalnızlığından dem vurmayıp, ‘yalnızım dostlarım yalnızım yalnız’ diye şikayetçi olmayıp, içinde bulunduğu durumun keyfini adam akıllı çıkarabildi?

Peki kaçımız hiçbir şeyi dert etmeden yoluna devam edebildi? Dününü, dünde kalan hatalı aşkları ve yarınında neler olabileceğini kafasında kurmadan rahat rahat yerinde oturabildi?

Birimizin de kendini bir kez olsun belirsizlikler içine atmadığı bir hikayesi oldu mu? Yaşadığının ne olduğunu bilemediği, ilişkisinin adını koyamadığı, sevilip sevilmediğini anlayamadığı, en olabilir erkekleri elinin tersiyle itip, en olmayacakları hayatına dahil edip sonra da dizlerini dövdüğü anlar gibi, en belirsiz, en sinir bozucu durumların içinde kendini bulmayanınız oldu mu hiç?

Olmadı değil mi? Bunlardan çoğu hepimizin başına en az bir kez geldi. Çünkü bunları kendi başımıza özene bezene kendimiz getirdik. Bazen bir hayale kapılıp kendi düşlerimize inandık, bazen o hayal gerçek oldu sanıp sonunda hüsrana uğradık. Bazen çok severken sevilmediğimizi anladık, bazen başka aşklara yelken açan sevgililerimizin arkasından baka kaldık. Yani mantığımız bize ne derse önce özenle dinledik sonra gittik tersini yaptık. Çünkü kaşınmadan edemedik, acı çekmeden duramadık, oturduğumuz yerde kalamadık. Bir kere acıyı tattık mı onsuz yaşayamadık, acıyla beslendik, acıyla doyduk. Ortadaki gerçekler aşikarken biz onların karesini alıp üçle çarpıp kendimizi kat kat acıya boğduk. Dalgalandıkça durulduk, olmayacak adamlara vurulduk, bazen de kendi yağımızda kavrulduk, tüm bunları yaparken de içlerine bir tutam acı koyduk.

Söylüyorum size biz acıya dayanıklı doğmadık, kendi kendimizi acıya dayanıklı yaptık ve bunu yaparken de acıya bağımlı bir hal aldık. Çünkü kendimizi durduramadık, mutlu mesut yerimizde oturamadık, avuçlarımız hep kaşındı, kaşındıkça da biz gidip acı çekebileceğimiz olayların içine daldık. Maceradan maceraya atıldık, boyumuzdan büyük aşklara kapıldık, kalbimiz kırıldı ağlamaktan katıldık, düşündük taşındık, nasıl olur deyip şaşırdık hatta düşünmekten aşındık. Peki kötü mü yaptık?

Hayır hiçte kötü yapmadık! Bu sayede her şeyi taa dibine kadar yaşadık. Mutluluğun da en tepesine çıktık, üzüntünün de en dibine vurduk. An geldi tedbir insanı olduk, an geldi şuursuzluktan kavrulduk. Bazen turnayı gözünden vurduk, bazen olur olmaz aşklara tutulduk. Hayatımızın rengi de buradan geldi zaten, bu sayede yaşadığımızı anladık. Yani biz kadın milleti acı çekmeden duramadık, duramadıkça acıya alıştık, alıştıkça tatlı anların keyfine erkeklerden daha çok vardık.

Fazla söze gerek yok ne demek lazım o zaman?

Yaşasın Mazoşizm!

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...